Ben artık oynamıyorum
İşim gücüm bitti, eve döndüm. Günümü şöyle bir gözden geçirdim. Bugün ne yaptım? Nasıl bir gündü? Yüzeysel baktığımda, rutin bir iş günü işte. Biraz daha derinlemesine bakınca, daha yorgun daha kötü hissettim. Garip olan yaptığım işten yorgun değildim. Yoran, gün boyu etrafa kestiğim rol. (İş yerinde ki ast üst ilişkisinden bahsetmiyorum.) Kendi kendime sordum. Gün içinde kaç kişiye merhaba dedim? Ayıp olmasın diye, kaç kişinin telefonunu açtım. Benden çokta haz etmeyen kaç kişi ile ayaküstü sohbet ettim? Konuşmasak ne kaybederdim veya ne kaybederdik? Değer miydi bunca yorgunluğa? Ve bunu kendimize acımadan hemen hemen her gün yaşatmaya. İşte bizi esas yoran bu. Hatta dejenere eden. O kadar güzel oynamaya başlıyoruz ki istemsiz sevdiğimiz kişilere bile rol kesiyoruz. Mutsuzken, gülümsüyoruz. Yorgun, umutsuz yaslanacak bir omuza ihtiyacımız varken, güçsüz görünme korkusuyla dik duruyoruz. Yaşadığımız sıkıntıyı deli gibi birine anlatma ihtiyacımız varken, çekinip susuyoruz. Minnetsiz yaşam imajı çizerken. İçimizde minnet duyulacak kişinin dayanılmaz boşluğunu yok sayıyoruz. Bunlarla kalsa iyi. Zaman içinde yalan söylemeye başlıyoruz. Sevdiklerimizin gözünün içine baka baka.
Göç mevsimi
Şehir yaşamından kaçmak isteyenleri ne çok duyar oldum. Sizin de etrafınızda çoğaldı mı ‘’Kaçıp gidesim var buralardan’’ diyenlerin sayısı. Benim aklımdan da zaman zaman geçmiyor değil. Her insanın derdi sıkıntısı varda, şu büyük şehirde yaşamanın derdi de büyük. Ondan insanı biraz daha bıkkın, yılgın. Kaça bilen şanslı bir azınlık kaçıyor bir bir. Daha küçük, daha sakin, zamanın daha yavaş aktığı yerlere. Tamamen pılısını pırtısını toplayıp gidemeyenler de şimdiden ‘’Nasıl gideriz?’’ diye, planlar yapıyor. Bir ayağını yavaştan sakin bir yere atıyor. Küçük bir yazlık alıp, ilk taşı koyuyor. Gelecekte ki biraz olsun huzurlu ve sakin yaşamı için. İkinci memleketini bu sefer kendi seçiyor. Her şey hesapladığı gibi giderse, kaçacak ardına bakmadan. Artık çoluğu çocuğu bile gözü bir yere kadar görüyor. Özlersek gider geliriz diyor, gidiyorlar. Artık göç tersine döndü. Köyden şehre akımı bitti. Yeni akım, şehirden köye.
Geçen gün okuduğum habere göre Hakan Altun’da alıp başını gitmiş buralardan. Bir de ona bu fikri aşılayan Mandıra Filozofu filminin tüm kadrosuna bin bir teşekkür ve şükran sunmuş.
Babalar çıldırdı!
Malum şu ara herkes Mustafa Ceceli’yi ve yaptığı büyük hatayı konuşuyor. Çocuğunun velayetin almak için annesinin en mahrem görüntülerini, oğluna miras bıraktı. Daha bu haber soğumadan bir başka babanın taciz haberleri düştü haber sitelerine. Bu babalar tek tek çıldırıyor sanırım. 16 tematik kanalın sahibi birçok kişinin bildiği, tanıdığı bir iş adamı. Fatih Oflaz. 7 yaşından 15 yaşına kadar öz kızına cinsel istismarda bulunmaktan 18 yıl hapis cezası aldı. Son okuduğum habere göre İspanya’ya kaçmış. Fatih Oflaz ile ilgili çok haber bulamadım. Ama kardeşi Esra Oflaz’ın Lifetime kanalında ‘’Senin Mucizen’’ adlı programında birkaç kez izledim. İzlediğim her bölümde ailesinde yaşanan kötü, travma dolu günleri tüm samimiyeti ile anlatan Esra Oflaz beni çok etkilemişti. Cesareti herkese örnek olacak cinstendi. Oflaz ailesinin geçmişinde dayak, ağlama, kavga gürültünün eksik olmadığını hiç çekinmeden birçok kez söyledi. Babasının öfke sorunu olduğunu açık açık anlattı. Bu kavga gürültü dolu aileden çıkan yaralı ama güçlü bir kadın. Diğer taraftan yine aynı aileden çıkan sapkın bir adam.
İşin aslı astarı; yine kötü bir baba hikayesi… Eşinin, kızının, oğlunun, daha sonra da torununun hayatının kararmasına sebep oldu.




