18
Oca
2018
3

aslı astarı – Siz hiç erkek oldunuz mu?

Doğru okudunuz.Evet, siz hiç erkek oldunuz mu? Ben şöyle bir kaç saat oldum. Yani öyle böyle değil, en yükseğinden empati girdabının içine atladım ki, tekrar ben zor oldum diyebilirim. Olay şöyle başlıyor…

Yine bir iş bitimi eve dönüş klasiği. Yorgun argın biraz da söylene söylene topukluları bir kenara atıp, yürüyüşe uygun bi şeyler giyip, havlamalar eşliğinde spor ayakkabılarımı ayağıma geçiriyorum. Bütün suratsızlığım ve söylenmelerime rağmen Samuray tüm neşesi ile kuyruğunu sallaya sallaya beni bekliyor. Kulaklıkları kulağıma takıp ilk seçtiğim radyo frekansını da ayarlıyorum. Ve günün anlam ve önemini anlatan şarkı, Ebru Yaşar ‘’Ben Ne Yangınlar Gördüm’’ müziğimiz de hazır. Merdivenlerden söylenme, havlama ve Ebru Yaşar sesleri birbirine karışarak iniyoruz.  Satış Meydanı sokağından biraz aşağı doğru ilerledikten sonra şöyle sola doğru köşeyi dönüp, Boğaz’ı da görürsek tamam. Biraz daha yürüyüş moduna geçiyorum. Artık hafif bi tebessüm bile var yüzümde. ‘’Aslında fena değil, spor da oluyor, yürümek iyidir’’ deyip. Benzer cümlelerle kendimi daha da gaza getiriyorum.

O da ne! Saat on iki yönünden, hiç de fena sayılmayacak hoşlukta biri olduğunu düşünüp, umut ettiğim biri, dişler ortada, koca bir gülümsemeyle bana doğru geliyor. Ki ben o uzaklıktan sadece ümit edebilirim. (Uzağı çok net göremediğim gibi, bir de astigmatım var.) Benim gibi olanlar bilir. Görüş mesafesine varılana kadar, içten geçen sözler hepimiz de aynıdır diye düşünüyorum. ‘’Acep tanıdık mı? Sırıtsam mı? Sırıtmasam mı? Tanıdık değilmiş, niye sırıttım? Şu gözleri yaptırmalıyım artık’’ gibi bi sürü olaylı cümle anlayacağınız.

Neyse, görüş mesafesine ulaşıldıkça anlıyorum ki sırıtmamalıydım, tanıdık değil. Sorun şu ki, adam hala sırıtıyor ama bana değil Samuray’a. En azından bir hayvan dostu diye kendimi avuturken, artık burun burunayız. Tam da eğilip baş okşama hamlesi yapacak, yapamıyor. Önce beli kilitlendi diye düşünüyorum. Çok değil birkaç saniye sonra vücut dilinin ele verdiği hayvan dostumuzun, aslında korktuğunu hatta titrediğini fark ediyorum. Derin bir nefes alıp, belki de tüm cesaretini toplayarak ilk temasını gerçekleştiriyor. Bu ara gözlerini köpekten hiç ayrılmadan klişe sorular geliyor tabii ki. ‘’Ayy çok tatlıymış’’ ile başlıyoruz,‘’adı ne? kaç yaşın da?’’ falan filan diye devam ediyor. Derken ‘’korku’’ tüm isteklerin önünü kesiyor.  Adam daha fazla dayanamadan ve tek bir göz kontağı bile kuramadan, alnında ki teri silerek uzaklaşıyor.

Korkma kısmını anlarım da neden sevmeye zorlar insan kendini. Misal ben bir şeyden bu denli korkuyor olsam, şöyle en genişinden bir U yapıp olay mahalinden tempolu adımlarla uzaklaşmayı tercih ederdim. Neden? Ne gerek var ki?  Fonda Jaws film müziğinin o en tanıdık gerilim melodisi varken, dokunduğu bir köpek balığı olmasa da o hissiyatla hiç istemediğin bir canlıya dokunursun ki. Güzel soru. Neden?

‘’Biz kadınlardan, bir çoğumuzdan ne kadar farklılar?’’ dedim, içimden. Şimdi itiraf edelim. Hangimiz bir adamla iki kelam etmek için bu kadar korktuğumuz bir şeyi yaparız?  Kendimizi vazgeçirme adına, değip değmeyeceği ile ilgili kırk soru buluruz. O soruları da yirmi üç saniye içinde cevaplayıp, bu hamleyi yapmaktan anında vazgeçeriz. Çoğumuz böyle bi hamleyi yapmayız.

Çoğu erkek bizim gibi değil. Aman ne der? Ne düşünür?  Gibi sorular. Tüm korkular, ısırılma, yaralanma ve diğer tehlikeler ikinci planda. Sadece tanışma kısmı değil ki, sonrası da erkekler için ayrı tehlikelerle dolu.

Hiç düşündünüz mü bilmem ama biz de hiç kolay değiliz. Pek de haksiz sayılmazlar ara ara bizden şikayetçi olduklarında. Bir düşününce şöyle tarafsız bölgeden, çelişkilerle doluyuz.

“Ayy sıkmasın beni, özgürüm ben, sormasın öyle bana neredesin? Ne yapıyorsun?” deriz. Adam çıkar tamda istenilen gibi. Bir süre her şey yolundadır. Zaman geçtikçe, söylemeye başlarız “Bu nasıl erkek? Hiç kıskanmıyor beni, sahiplenildiğimi hissetmiyorum” şikayet eder dururuz.

Diğer kritere uygun aday bulunur. Bu defa da yaranamaz garibim. Belli bi süre sonra sıkılırız tabi, çok soru, çok baskı var üstümüzde. “ Tek taşımı kendim aldım” şarkılarını bağıra bağıra söylemezsek olmaz. Gitmemiz şart arkadaş davetlerine. Sadece bu kadar da değil ki olayın başka başka tezatlıklarla dolu boyutları da var.

Bize sorulduğunda ’’kendimiz için yapıyoruz’’. Ama lütfen İtiraf edelim, karşı cinse güzel görüneceğiz diye, işkence gibi hayatlar yaşıyoruz. Mesela sorun bana ‘’aç mıyım? Açım aç’’. Yediğim yeşilliklerden ten rengim yeşermeye başladı. Ben dahil bir çoğumuz estetik müdahalelere de başvurduk. Olduk hepimiz aynı. Olmayıp da ne olacak, sonuçta her beş kişiden üçünün doktoru aynı. Bazen aldatma diye nitelendirdiğimiz şeyin, arada bir kadınların karıştırıldığından olabileceği aklımdan geçip, kıs kıs güldüğüm olmuyor değil. (Şakasına bile tamamen karşıyız tabi.)

Sonuç mu?

Kadınlar için, adam gibi adam kalmadı. Erkekler için de, kadın gibi kadın kalmadı. İşte dönemimiz yalnızlarının diline pelesenk olmuş replik. Şu girdiğim empati girdabından çıkıp, şöyle bi yazdıklarımı tekrar okudum. İşin aslının astarının, tüm bu kadın ikilemlerine rağmen, biraz da bu replik de gizli olduğunu düşündüm. Bir kadının kadın, bir erkeğin de erkek olduğunu unuttuğu o gün, sorunun başladığına inandım.

Siz?

3