aslı astarı – Biz eskiden küserdik!
Hatırlayanınız var mı bilmem ama eskiden küsmek denilen bi fiil, bi tehdit vardı. Şarkı sözü gibi ‘’biz eskiden küserdik’’. Hem de öyle yıllar yıllar önceden değil, yakın geçmişten bahsediyorum. Şimdi ‘’ne yazıyor? eskiden değil hala küsmek var. Daha dün benimkine küstüm’’ falan gibi bilumum cümleyi duyar gibiyim. Haklısınız tamam ama isterseniz sonuna kadar bi okuyun sakin sakin bence sonunda bana biraz olsun katılacaksınız. Ben iddia ediyorum artık eskisi gibi küsmüyoruz beyler bayanlar.
Düşünün, eskiden nasıl küserdik? Şimdi nasıl küsmüyoruz. Ya da çocukluğunuzu hatırlayın, anne ve babalarımız kavga edip nasıl küsüyorlardı. Başka bi hatırlatma daha. Hadi hatırlayın ilk, orta okul arkadaşlarımıza nasıl küsüyorduk. Kırılır, kırar küserdik. Baya baya konuşmaz, üzülür, arkadaşlar bir birilerini aynı ortam da görür görmezden gelirdi. Konuşmak için can atarlardı lakin konuşmazlardı. Küsmek denilen eylem öyle her baba yiğidin harcı değildi. İşin için de gurur, acı, hüzün ve hatta gözyaşı vardı. İlk özrü o dilesinler, araya giren yakınlar tanıdıklar vardı. Sevgili olup olunmaması hiç de önemli olmaz, karşılıklı ağır nazı, niyazı vardı bu fiilin.
Hatırlayın, çocuğuz uyku zamanı. Yatağa geçilmiş, tam dalınacak içerden çok net anlaşılmayan ama durumun çok da iç açıcı olmadığı seslerin hafiften yükseldiği olay vuku buluyor. Sabah uyanır maaile. Soğuk rüzgarlar esiyordur, herkesin her şeyi bilip de sustuğu. Kısa sorulara sadece evetli hayırlı cevapların verildiği sabahlar. Çok kişinin hafızasında buna benzer hatıralar vardır diye düşünüyorum. Evet anne baba küsmüştür NET. Pek de mutlu olmadan okula doğru yola çıkar ama bilirdik anne zaferiyle son bulacaktı bu eylem. Baba genelde kaybederdi. Okuldan dönülür annenin en yakın arkadaşı, ki komşu olması çok muhtemel olan o kadın tabii ki evdedir. Fısır fısır sessizden akşam olan, dram dolu sahneleri en ince detayına kadar anlatıyordur. Anne artık biraz daha sakinlemiştir. Şimdi de sahne nazı niyazı bol, omuz silkmeleri çok, göz süzmelerin en can alıcılılarını seyredeceğimiz ’’baba azabı’’ dizisinin ilk bölümünün çekimi için ev hazırdır. Baba kapıyı çalar, soğuk merhabalaşma ardından yemek masası. Mimikleri bol, ağız burun kıvırmalı, en ağırından laf sokmalarıyla işte o masa da ilk sahneler çekilir. Zavallı baba artık gün içinde karısını ne çok sevdiğini düşünüp hak verdiğinden midir? Veya yeter artık çok yoruldum bitsin bu azap, dediğinden midir bilinmez, olayı daha da tırmandırmamak adına yelkeni suya indirirdi. Bu olay maksimum iki, bilemedin üç güne hediyesi, çiçeği, cilvesiyle, gezmesiyle son bulurdu. Bu sahneler artık yok mu? Tabii ki şimdi de var. Ama yadsınamaz çoğunlukta da YOK. Bu oyunun kazananı da yok artık. Evde kıran veya kırılanların akabinde, şimdilerde iş uzuyor. İki taraf da pes etmeyip, bu durumu sonsuz uzata biliyor. Tak denilen nokta da boşanıyor. İkinci durum da süre gelen düzen, bi takım zorunluluklar kisvesi altında iki mutsuz insan ve mutsuz çocuklarını yetiştiriyorlar. Yani artık küsmüyorlar.
Dönelim çocukluğumuzda ki travmatik küsmelere. Arkadaş, dost önemliydi. Herhangi bi taraf diğer tarafı kırdığın da eve mutsuz dönülür, okula da mutsuz gidilirdi. Araya kırk arkadaş girerdi. Kimin haklı haksız olduğu üç bilinmezli denklem olurdu. Çoğu zaman sonuç da çıkmazdı zaten. Özetle dostunu çok özlediğin için barışırdın. Şimdi bakıyorum bizim ufaklıklara, affetmiyorlar. Yedek de arkadaş hazır, birinin yerini hop hemen diğeri alıyor. Artık araya giren ‘’barışın’’ diyen, ortak arkadaşlar da yok gibi. Ne hazin.
Geçenlerde, yaşını biraz almış bir beyefendi ile sohbetim de bana şimdi ki eşi, o zaman ki sevgilisi ile aralarında geçen bir iki anısını anlattı. Artık o mu çok süsledi, ben mi çok sevdim bilmem ama çantam da bi sevgili olsa çıkarır, oracık da küserdim. Olayın aslı astarı, tartışma kısmı hemen hemen aynı günümüz konuları. Büyük cümleler onlarda kuruyormuş. Hemen en yakınlar, ayırmak için değil uzlaştırıp, birleştirmek için bir araya gelirmiş. İrtibatlarını bi şekilde kesmez, haber gönderilir alınırmış. En önemlisi her iki taraf da sevgiden mi? Özlemden mi? Bence en mühimi, uzayan işten hayır gelmeyeceğini çok iyi bildiklerinden. En kısa süre de olayı tatlıya bağlarlarmış. Ayrı kalınan o üç beş günün hasreti ve büyüyen sevgisiyle ders alınmış anılarıyla daha sıkı sarılırlarmış daha anlayışlı olurlarmış birbirlerine.
Küsme eylemi dönemimiz de ‘’trip atmak, umurum da değilsin susmaları, bitti de doğru zamanı bekliyorum tehditkar sessizliği, politik ve çıkarcı susmalarla karıştırılıyor. Politik çıkarcı insanlar küsemez, küsmez. Küsme fiilinde saflık vardır. Kırılır öyle saf saf küsersin işte. Bu kelimeyi kullanıyorsa birinin niyeti kötü ya da ayrılık değildir ki. Önü sonu barışacağım. Kırdın, anla beni niyeti ile biraz ders vermekdi. Yoksa ayrıldık, bitti derdi. Değil mi?
Küçücük sorunlar da ne kadar sabırsız. Var olduğunu sandığımız sevgimizin aslında ne kadar da yok olduğunu görüp, üç gün de vazgeçiyoruz her şeyden. Tahammülsüz, çok seçenekli ve çok kişili yaşıyoruz. Belki de biraz korkak. Barışın diyenlerin aslında ayrılmalısın dediklerini göremiyoruz. Görsek bile, belki biraz da işimize geliyor. Bambaşka yer, zaman ve başka biriyle başlamaktansa, bildiğimiz tanıdığımız biriyle birkaç gün küsüp tekrar başlasak ya. Daha güçlü, daha anlayışlı, daha sabırlı ve en önemlisi daha tanıdık. Şu KÜSMEK denilen fiilin güzelliğini yeniden keşfedip, barışmakla taçlandırabilsek ya en kuvvetlisinden.
3




